Neden?
Herkes uzmanıdır her şeyin evet. Olmamak adına onlardan, bir maratona atıldıksa da koşmuyoruz. Bir birincilik elde etmenin, böylesi anlamsız bir yarışta getirisiz olduğunu her yerde haykıracak kadar bıktık çünkü. Diyecek çok sözleri var her şeye evet, verecek çok öğütleri, her zaman. Öyle olmaz dedikleri hiçbir şeyi düzeltmedikleri gibi, kendilerine duymamızı bekledikleri büyükçe bir saygı istiyorlar evet. Zoraki yürüttüğümüz duygulardan ibaret değil miyiz hepimiz biraz? Ayıp olmasın diye yaşadığımızdan habersiz, nezaketli olalım diye başkaları için sürdürdüğümüz bir hayatın, bizi yormaktan başka çok bir getirisi yokken, hayallerimizi bir bir yitirdiğimizin farkına vardığımızda eski gücümüzü bulabilecek miyiz? Bunu bilmeden güdülüyoruz bir sopa yordamıyla, ayak uydurduğumuz bir çeşit sürü içerisindeyiz. Bir koyun gibi yumuşak ve zararsız olmamızın dayatıldığını zannediyoruz sadece ve dayatma kelimesine çok takılmadan bu ayak uyduruşta yoğruluyoruz, derimiz ve kemiğimizle. Oysa bu başka bir harman, bir hortum, belki bir tsunami, dalgaların bizi yuttuğu. Neticede boğulmakla yüz yüzeyiz ve insanlar her şeyi hep çok iyi biliyor evet. İnsanlar şekil vermeye bayılıyor insana ve durduk yere dünyaya. Doğru düzgün yaşamaktansa beslemeyi tercih ediyorlar yabani olan her şeyi ve bilhassa şuurlarını, yeri olmayan o ifrit duyguları evcilleştiriyorlar, saçlarını tarayıp başını okşuyorlar, bir gün kendilerini yiyecek olan pitonları koyunlarında yatırıyorlar ama bu onlara kendilerini Tanrı gibi hissettiriyor ve hep seviyorlar bu yapma hisleri. Yaban duygularını biraz daha açacak olalım da görelim, bencilliği, kıskançlığı, savaşını kalbin mantıkla, bizzat elleriyle büyüttüklerini. Her an kapacağından habersiz, başlarını ağzına ve sivri dişlerine dokundurup yaptıkları şovla övündüklerini görelim. İnsanlar her şeyi her zaman çok iyi biliyor evet. Yaptığımız her şeyin hesabını vermemiz beklenen o kadar çok insan var ki, dikili taşlar gibi tam karşımızda, aynı sorgular ifadeyle bakıyorlar yüzümüze. Neden böyle konuşuyoruz, neden böyle düşünüyoruz, bunları ne diye okuyoruz, neden bunları giyiyoruz, neden bu müzikleri dinliyoruz, niye nefes alıyoruz yanlış alıyoruz, yanlış yapıyoruz çünkü, bir açıklaması olmalı ve onlara göre hep yanlış bir açıklama olmalı bu, düzeltmeliler bizi çünkü. En doğru ve tâbi olunması gereken hep onlar ve çok değerli düşünceleri(!) çünkü. Kendimize ait hiçbir hissi, hayali, isteği, üstümüze yakıştıramazlar çünkü. Bunu en çok duygularımızı sorgulamak adına yapıyorlar, biz bile sorgulamazken üstelik, bir hata işlemiş gibi, kendimizi hep ardı görünen siyah cam önünde hissettiren yaklaşımlarla karşı karşıya buluyoruz. Aşk şiirleri, şarkıları, romanları sevmek için aşık olmak gerekmiyor mesela, aşkı savunmak da gerekmiyor hatta aşkı bilmek bile gerekmiyor ama okuduklarımızın, kimliğimizin de bir parçası olduğunu varsayarsak, sevmek istediklerimizi sık dokumalıyız kapısı açılıyor buradan. Bu, yine de sevdiğimiz her şeyin bir gerekçesi olacak kaidesini doğurmaz, kimseye bir açıklama yapma zorunluluğu ise asla yoktur ama insanlar her şeyin arkasında hazır bir gerekçe aradıklarından ve hep hali hazırda bir yargıları olduğundan, dart iğnesi fırlatmayı çok severler kafamızda özenle taşıdığımız o narin kuşa. Ne yapılsa yaranılmadığı gibi, yaralarımızı da kanatıp incitirler bizi, başımız üstünde taşıdığımız, zarar görmesinden imtina ettiğimiz kuşumuz yani heveslerimizin ta kendisinin katilidir onlar. Habersizdirler hep, kaparlar gözlerini oysa haberlice ve hür iradeleriyle ezdikleri başımızdan göğüs kabartarak bahsederler her mekan ve fırsatta. Çünkü bu devrin mesleğidir rencide etmek, ayıp yaftalamak ve kırmak bir kalbi değmeden çizgisine umrun. Bu yüzden çekilmek kuytularımıza genelde hep en iyi gelendir ruhumuza. Bizi kasten boğanlardan kaçıp pusmak bir köşesine duvarların, siper almak, korumak adına sağlığını aklımızın. Asıl hastaların hasta ettikleri olmamak adına sürdürülen bir sakınış içimizi, kendi içine bakamayanlardan...
Yorumlar
Yorum Gönder